Yirmi birinci asrın insanı çaresiz, perişan, mutsuz, umutsuz, kalabalıklar ortasında yalnız, yapayalnız... Altın kâsede zehir içiyor. Yaldızlı sofrada elem ve keder yudumluyor. Yüzlerde tebessüm yerine buruk bir çizgi, gözlerde parıltı yerine acı bir ifade. Omuzlar biteviye çalışmaktan yorgun, ayaklar oradan oraya koşuşturmaktan bıkkın. Ötelerden bu tabloyu seyreden Bediüzzaman haykırıyor: Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalı ...